Spor Alanından Gelen 7 İş İngilizcesi İfadesi
Birçok iş İngilizcesi ifadesinin spordan geldiğini biliyor muydunuz?
Oxford İngilizce Sözlüğü için çalışan bir editörünün New York Times'ta açıkladığı gibi:
Spor hakkında çok şey yazılıyor ve tartışılıyor ve bu da çok sayıda renkli ve özel kelime dağarcığı türemesine neden oluyor. Ve rekabetin hayatın diğer birçok alanında da mevcut olmasından ötürü, spor terimleri, iş ve politika gibi diğer alanlarda da kullanılmak için uygun hale geliyor.
Spor ifadeleri ayrıca iş konuşmalarını aydınlatarak onları daha rahat ve daha az resmi hale getirir.
Peki iş dünyasına giren bazı spor terimleri nelerdir? Aşağıda, iş İngilizcesi dahilinde kesinlikle karşılaşacağınız yedi tanesini tanıtacağız.
Ballpark (sıfat)
“Ballpark” terimi genellikle beyzbol sahalarına atıfta bulunur. Bu terim her daim büyük kapalı alanları ifade eder.
İş dünyasında ise "ballpark" (yaklaşık değer) kelimesi genellikle bir dizi sayı hakkında konuşmak için kullanılır. Örneğin, bir "ballpark estimate" (yaklaşık tahmin) yapıyorsanız bu, tahmininizin kesin olması gerekmediği anlamına gelir. Sadece makul veya beklenen bir aralıkta olması gerekir (yani, beyzbol sahası içinde).
- I don’t need exact numbers. Ballpark figures will do.
Kesin sayılara ihtiyacım yok. Yaklaşık bir sayı yeterli. - The amount of water the factory uses varies, but ballpark estimates are usually around 200,000 tons each day.
Fabrikanın kullandığı su miktarı değişiklik gösteriyor, ancak yaklaşık tahminler genellikle her gün 200.000 ton civarında.
Bilinmesi gereken faydalı bir kalıp ise “in the ballpark” kalıbıdır.
- We estimate that the deal is in the ballpark of $75 - 100 million.
Anlaşmanın yaklaşık değerinin 75 - 100 milyon dolar olduğunu tahmin ediyoruz. - Guess again. Your first guess was not even in the ballpark.
Tekrar tahmin et. İlk yakın bile değildi.
Pitch (isim, fiil)
Beyzbolda bir atış yaparken, topu rakibinize atar ve onun bu topa vuramamasını umarsınız.
İş hayatında ise bir fikir "atarak" (pitch), bu fikri birisine önerirsiniz ve onun da hoşuna gitmesini umarsınız.
- The director pitched his idea for a new movie to many producers, but didn’t get any positive responses.
Yönetmen yeni bir film fikrini birçok yapımcıya sunmuş, ancak olumlu bir yanıt alamamış.
- In Silicon Valley, there’s a Venezuelan cafe where many start-up founders pitch their ideas to investors.
Silikon Vadisi'nde, birçok start-up kurucunun fikirlerini yatırımcılara sunduğu bir Venezüella kafesi vardır.
Pitch ifadesi bir isim olarakta kullanılabilir.
- They gave a good pitch, but their prices were just too high.
İyi bir sunum yaptılar, ancak fiyatları çok yüksekti. - The company was not impressed by our sales pitch and will be buying from one of our competitors instead.
Şirket, satış sunumumuzdan etkilenmedi ve bunun yerine rakiplerimizden birinden satın alacak.
Biliyor muydunuz? "Elevator pitch" terimi, aynı asansöre binerseniz önemli birine söylemek isteyebileceğiniz bir fikrin kısa, akılda kalan bir açıklamasıni ifade eder. Hatta bu konsepte dayalı bir gösteri bile vardır.
Touch Base (deyim)
Önceki iki ifade gibi, "touch base" ifadeside beyzboldan gelir. Bir oyun sırasında, oyuncular puan almak için elmas şeklindeki bir alanın etrafında koşmalıdır.
Her köşede, oyuncuların puan almak için dokunması gereken bir üs var. Genellikle aralarında olabildiğince hızlı koşarlar, bu da her bir üsse "dokundukları" (touch) sürenin çok kısa olduğu anlamına gelir. Yani birisine “let’s touch base soon” derseniz, temelde "yakında kısa bir görüşme yapalım" demiş olursunuz.
- I’m connecting you to Dara by copy. I hope you two have a chance to touch base soon to discuss your new role.
Seni Dara'ya bağlıyorum. Umarım yakında yeni rolünüzü tartışmak için kısa bir görüşme yapma şansınız olur.
- Hi Steve, I just wanted to touch base with you, because I’ve received complaints about your behavior from HR, and wanted to learn more about what may have happened.
Merhaba Steve, İK'dan davranışlarınız hakkında şikayetler aldığım ve buna nelerin neden olabileceği hakkında daha fazla bilgi edinmek istediğim için seninle görüşmek istedim.
Drop the Ball (deyim)
Çoğu top oyununda, topu düşürmek, gol atma şansını kaybetmek anlamına gelir.
Spor dışında, “dropping the ball” (çuvallamak) ifadesi, yapmaya söz verdiğiniz bir şeyi tamamen unutmak veya yapamamak anlamına gelir. Aslında, ifade genellikle bir özürle gelir.
Örneğin, birini buluşmaya davet edip ardından bu kişiyle iletişime geçmeyi unutursanız, “Sorry, I dropped the ball. Are you free to chat next Wednesday?”
(Üzgünüm, çuvalladım. Gelecek çarşamba sohbet etmek için müsait misin?")
- I’m so sorry I dropped the ball on this project. I’ll have more time for it now that I’ve finished work on other tasks.
Çuvalladığım için çok üzgünüm. Diğer görevler üzerinde çalışmayı bitirdiğime göre artık bunun için daha fazla zamanım olacak. - The social media company dropped the ball on its users by accidentally leaking their passwords.
Sosyal medya şirketi, yanlışlıkla kullanıcı şifrelerini sızdırarak çuvalladı.
Get the Ball Rolling (deyim)
Futbol ifadeleri dersimizin açıkladığı gibi, "Bir futbol oyununun başında, bir oyuncu topu diğerine doğru yuvarlar. Yani “get the ball rolling” ifadesi bir aktiviteyi başlatmak anlamına gelir.
- Let’s meet next week so we can get the ball rolling on this project.
Önümüzdeki hafta buluşalım, böylece bu projeyi başlatmış olşuruz. - Please talk to the designers tomorrow to get the ball rolling on our new website.
Yeni web sitemize başlamak için lütfen yarın tasarımcılarla konuşun.
Call the Shots (deyim)
Bu ifadenin kökeni belirsizdir, ancak bilardodan veya hedef taliminden geldiği söylenir. Bunların ikisi de, insanların atış yapmadan önce neyi vuracaklarını bildirebilecekleri sporlardır.
İş hayatında, önemli kararları “yetkili olan” kişi verir. Yani söz sahibi olan kişi kararları veren (calls the shots) kişidir.
- You’ll have to talk to my boss about this proposal. He’s the one who calls the shots here, not me.
Bu teklif hakkında patronumla konuşman gerekecek. Burada söz sahibi olan o, ben değilim. - As managing partner of the law firm, Jessica called the shots.
Hukuk firmasının yönetici ortağı olarak, Jessica kararı verdi.
Pass Along/On (deyimsel fiil)
Birçok spor, insanların bir takım arkadaşına "pas" vermesini veya bir topu başka bir takım arkadaşına transfer etmesini gerektirir.
İş bağlamında, insanlar genellikle diğer insanlara bilgi paylaşmaktan bahsetmek için sıradan bir yol olarak “pass” (iletmek) ifadesini kullanırlar. Örneğin, birinden bazı bilgileri e-posta listesine "iletmesini" (pass) isterseniz, bu, sanki bir top atma şekli gibi, bilgileri gelişigüzel bir şekilde başka birine atmasını istiyormuşsunuz gibidir.
- Thanks for sending your CV. I’ll pass it on to our hiring manager, who will reach out if your application moves to the next round.
CV'nizi gönderdiğiniz için teşekkür ederiz. Bunu, başvurunuz bir sonraki tura geçerse size ulaşacak olan işe alım yöneticimize ileteceğim. - Dear managers, If you haven’t already, please complete this survey and pass it on to your team members.
Sayın yöneticiler, henüz yapmadıysanız lütfen bu anketi doldurun ve ekip üyelerinize iletin.
Şimdi Sıra Sende!
Bir dahaki sefere bir müşteriyle konuştuğunuzda veya İngilizce mail yazdığınızda bu ifadelerden bazılarını kullanmayı deneyin.
Ve bu ifadeleri gerçek bir konuşmada veya iş İngilizcenizi geliştirmenize yardımcı olacak geri bildirimlerde kullanmak istiyorsanız, eğitmenlerimizden biriyle ücretsiz bir ders ayırtın! Hemen başlamak için iş İngilizcesi ile ilgili derslerimize göz atın.